25 Eylül 2013 Çarşamba

By Naber ve Mersi Hanım



          “ Naber? ” dedi garsona… Bir soru değil bu. Her gün onlarca kez yaptığı gibi kelimeyi kullanırken  muhatabına değil etrafına bakındı. Böyledir By Naber, neşeli olduğu günlerde sınıf farkı gözetmeksizin insanlarla hal hatır konuşmasına girer.  Kendi deyimiyle dengeli bir samimiyet kurar. Keyfini kaçıracak bir densizliğe denk gelirse sınıf farkını iyice ovup parlatarak garsonları yerin dibine sokmasını da bilir. Hatta bazen garsonları haşlamak yerine yetkili biriyle görüşmek ister. By Naber yer yüzünde ki binlerce yetkili sever insan gibi hırsını zavallı bir garson yerine müdür gibi daha elit bir kanala akıtmaya bayılır. Bu sayede haklılığını daha üst makamda kanıtlayarak zaferini görünür hale getirme imkanına sahip olur. Ama bu gün konumuz bu değil. By Naber bu gün çok neşeli ve yetkili biriyle de görüşmek istemeyecek.

          By Naber bir reklam yazarı, daha iki-üç saat önce etro markalı gömleğiyle girdiği toplantıda, ajansa bomba gibi düşen bir fikre imza atarak başarılı bir iş gününü geride bıraktı. Hemen eve gidip, “ we are the champions “ şarkısı eşliğinde duşunu aldı. Yaza uygun freşh giysilerini giydikten sonra ayna da keten gömleğinin yakasını düzeltip kendine bir selam çaktı. Enfes bir kızla buluşacağı mekana vardığında mallbora’ sını ve araba anahtarını masaya bırakırken garsona “naber?” demeyi de ihmal etmedi. By Naber her zaman banyodan yeni çıkmış gibidir. Bugün de sanki duşa kabinin kapısını açıp mekana girmiş gibi bir havası var. Etrafa atılan küçük kesiklerin ardından, bronz teninin elbisesini yok saydığı, By Naber’in deyimiyle “ su gibi “ bir kadın geliyor masaya. Bardağına her hangi bir sıvı konulduğunda “ mersi “ diyen, çatalın ucundaki peyniri on dakika boyunca ” kapalı ağız tekniğiyle “ öğütebilen, yediklerinden tiksinirmiş gibi peçetesiyle dudak kenarlarına her iki dakikada bir küçük küçük dokunan bir kadın bu.  By Naber ve Mersi Hanım mekan sahiplerinin işletmelerinde görmek istedikleri steril, kılçıksız ve bol para bırakacak performans sergilemeye çok uygunlar. Bir ara yan masalarına üç kişi oturuyor. Mekana abes kaçan bu adamları göz ucuyla süzüyor By Naber.  Garson gelip onlara bir şeyler söylüyor ve tartışma yaşanıyor. Diğer garsonlarında gelmesiyle bu üç dağ kılıklı herif  mekandan uzaklaştırılıp küçük bir zafer kazanılıyor. Mekan tekrar eski neşesine dönünce zaferini By Naber’in masasına bir peynir tabağı göndererek kutluyor.

Bu mekan By Naber’i ve mersi hanımı çok ama çok seviyor.



          Hasan ve Yusuf’la beraber dışarıya koydukları masalarla Akdeniz esintisi yaratmaya çalışan mekanlardan birine oturmak istemiştik. Sokağa yayılan rakı kokusuna ve dertsizmiş izlenimi veren insanlara heves etmiştik. Masalardan birine oturduk. Henüz hava kararmamıştı. Özellikle ben gündüz kurulan sofralarda içilen öğlen rakılarıyla şairlerin yarattığı bohem hayata çok özeniyordum. Biraz yaşlı hayali ama insan yaşantısından sıkılınca aklının tasarladığı bu tarz kurgulara kurban gidebiliyor. Hasan böyle bir sofraya oturacakları için çok mutluydu.  Yusuf’un suratında bir sinsilik vardı ama bu tamamen yüz hatlarının yapısından kaynaklanıyordu. Çok mutluyduk, kalender adamlar gibi geniş bir gönülle, dertsiz tasasız bir muhabbet hayal ediyordum. Garson yanımıza gelir gelmez rakı masası adabına uygun olarak “hocam şimdi bize önce…” diye cümleye girecektim ki bir den yüzümdeki neşe kıvrımları kaybolup gitti. Sizi içeri alabilir miyiz? Dedi garson. ( bir soru cümlesi değildi ) Neden? Dedi Hasan? ( soru cümlesiydi ) “ Bu masa rezerve “ dedi garson. Yan masada bütün sokağın duyabileceği bir “ Akdeniz kahkahası ” patladı. Yaz esintilerinin sırtını şişirdiği beyaz keten gömlekli bir adam karşısındaki kadını kahkahalara boğmuş ve yine sonu kahkahalarla sonlanacak ikinci hikayeye geçmişti bile. Masada ayrılmaz ikili Mallbora ve araba anahtarı duruyordu. Masadan, banyodan yeni çıkmış insan kokusuyla beraber müthiş bir plaj esintisi yükseliyordu. Bu esinti sokakta gezinerek müthiş bir aura yaratıyordu. Bizi bir nevi kovan garsonla Hasan’ın tartışması sürerken haksızlığa uğramanın verdiği hırsla çatallaşan sesim ile birkaç cümle de ben kurmaya çalıştım. O sırada Yusuf arka cebinden çıkardığı Winston paketinden yamulmuş bir sigara çıkartıp yaktı ve sessizce tartışmayı dinlemeye koyuldu. Akdeniz konseptine hiç de uymayan bir koku yükseliyordu. Bu mekana uygun olmayan bir dünyadan geliyorduk ve ortamdaki steril hayatı ısırmaya çalışarak mekanın canını yakmıştık. Masada anahtarı üstüne koyacağımız Mallbora paketimiz yoktu. Rüzgarda efil efil dalgalanacak, ferah ve  beyaz bir keten gömlek yerine; terden vücudumuza yapışmış tsörtlere sahiptik. E kimseye “ naber ” ya da “ mersi “ diyecek halimizde yoktu. Mekan bizi içeri alarak saklayıp, vitrini bozmamak istemişti. Akdeniz coşkusunun yaşandığı bu güzel akşamda bize gerek yoktu. Sanırım garsonu güzel haşlayamadık, “ bir yetkili’yle “ görüşmeyi istemekte aklımıza gelmedi. Fazla direnemedik, mekan bizi kısa süre içinde kustu. Yusuf çoktan karşı kaldırıma geçmiş bekliyordu. Uzaklaşırken bir Akdeniz kahkahası daha patladı. Dönüp baktım. Bizden boşalan masaya mallboralar ve araba anahtarları oturuyordu. Yan masaya bir peynir tabağı ikram ediliyordu.

Mekan onları çok ama çok seviyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder