Bir
şeyler yazmak istiyorum sana, nasıl başladığı da mühim değil nasıl
biteceği de. Kurguladığım birkaç cümle olsa da, tuşlara basınca çıkan
ses kadar manasız olacak korkusu var içimde. Nefesimi dinliyorum, belki
bir bildiği vardır diye. Dökülmüyor kelimeler dudaklarından. Belli ki
onun da cesareti yok, sessizce mırıldanıyor sadece; “ bir daha vursa
idi nefesim nefesine”.
Evet
melodilerime sakladım seni. Fark ettin işte. Kahkahalı ya da ağlamaklı
bütün melodilerime… Her notada her sözde kaybedilenin biraz daha
farkına varıyorum ama kaybetmek başka bir anlam kazandı sende. Her
yerde, her seste, her görüntüde.
Yağmur
vardı bu gün Ankara da, mis gibi toprak kokusu… Yaramazlıkta yaptılar
tabi; biraz ıslandım, biraz da çamura bulandım. Bir banka oturup sustum
bir süre. Yağmuru, toprağı ve annelerini düşündüm. Sonra derin bir nefes
alıp doldurdum seni içime. Tuttum nefesimi dakikalarca, hep içimde
kalabil diye.
Ölecek gibi oldum, direndim ölüme ama yaşayabilmek için birkaç saniyede
üflledim seni.
Son nefesimdi sanki, bu ne yaman bi’ çelişki? Ruhunu üflerken hiç mi düşünmemişti tanrı beni? Düşünmüştü; o yüzden yağdı yağmur, o yüzden mis gibi koktu toprak, içimde ki sen asla tükenmeyesin diye. Ve ben bir daha çektim seni içime… Bir daha… Bir daha…
Son nefesimdi sanki, bu ne yaman bi’ çelişki? Ruhunu üflerken hiç mi düşünmemişti tanrı beni? Düşünmüştü; o yüzden yağdı yağmur, o yüzden mis gibi koktu toprak, içimde ki sen asla tükenmeyesin diye. Ve ben bir daha çektim seni içime… Bir daha… Bir daha…
Çok
sözüm var geçmişe dair ama gelmiyorlar dilimin ucuna. Yazamıyorum.
Nefesimi dinliyorum sadece, seninle konuşuyorum bir nevi. Güzelliğini ve
güzel şeyleri hatırlıyorum.
Seni çok seviyorum…