“ Naber? ” dedi garsona… Bir soru
değil bu. Her gün onlarca kez yaptığı gibi kelimeyi kullanırken muhatabına değil etrafına bakındı. Böyledir By
Naber, neşeli olduğu günlerde sınıf farkı gözetmeksizin insanlarla hal hatır
konuşmasına girer. Kendi deyimiyle
dengeli bir samimiyet kurar. Keyfini kaçıracak bir densizliğe denk gelirse sınıf
farkını iyice ovup parlatarak garsonları yerin dibine sokmasını da bilir. Hatta
bazen garsonları haşlamak yerine yetkili biriyle görüşmek ister. By Naber yer
yüzünde ki binlerce yetkili sever insan gibi hırsını zavallı bir garson yerine müdür
gibi daha elit bir kanala akıtmaya bayılır. Bu sayede haklılığını daha üst
makamda kanıtlayarak zaferini görünür hale getirme imkanına sahip olur. Ama bu
gün konumuz bu değil. By Naber bu gün çok neşeli ve yetkili biriyle de görüşmek
istemeyecek.
By Naber bir reklam yazarı, daha
iki-üç saat önce etro markalı gömleğiyle girdiği toplantıda, ajansa bomba gibi
düşen bir fikre imza atarak başarılı bir iş gününü geride bıraktı. Hemen eve
gidip, “ we are the champions “ şarkısı eşliğinde duşunu aldı. Yaza uygun freşh
giysilerini giydikten sonra ayna da keten gömleğinin yakasını düzeltip kendine
bir selam çaktı. Enfes bir kızla buluşacağı mekana vardığında mallbora’ sını ve
araba anahtarını masaya bırakırken garsona “naber?” demeyi de ihmal etmedi. By
Naber her zaman banyodan yeni çıkmış gibidir. Bugün de sanki duşa kabinin
kapısını açıp mekana girmiş gibi bir havası var. Etrafa atılan küçük kesiklerin
ardından, bronz teninin elbisesini yok saydığı, By Naber’in deyimiyle “ su gibi
“ bir kadın geliyor masaya. Bardağına her hangi bir sıvı konulduğunda “ mersi “
diyen, çatalın ucundaki peyniri on dakika boyunca ” kapalı ağız tekniğiyle “
öğütebilen, yediklerinden tiksinirmiş gibi peçetesiyle dudak kenarlarına her
iki dakikada bir küçük küçük dokunan bir kadın bu. By Naber ve Mersi Hanım mekan sahiplerinin
işletmelerinde görmek istedikleri steril, kılçıksız ve bol para bırakacak
performans sergilemeye çok uygunlar. Bir ara yan masalarına üç kişi oturuyor.
Mekana abes kaçan bu adamları göz ucuyla süzüyor By Naber. Garson gelip onlara bir şeyler söylüyor ve
tartışma yaşanıyor. Diğer garsonlarında gelmesiyle bu üç dağ kılıklı herif mekandan uzaklaştırılıp küçük bir zafer
kazanılıyor. Mekan tekrar eski neşesine dönünce zaferini By Naber’in masasına
bir peynir tabağı göndererek kutluyor.
Bu mekan By Naber’i ve mersi hanımı çok
ama çok seviyor.
Hasan ve Yusuf’la
beraber dışarıya koydukları masalarla Akdeniz esintisi yaratmaya çalışan mekanlardan
birine oturmak istemiştik. Sokağa yayılan rakı kokusuna ve dertsizmiş izlenimi veren
insanlara heves etmiştik. Masalardan birine oturduk. Henüz hava kararmamıştı.
Özellikle ben gündüz kurulan sofralarda içilen öğlen rakılarıyla şairlerin
yarattığı bohem hayata çok özeniyordum. Biraz yaşlı hayali ama insan
yaşantısından sıkılınca aklının tasarladığı bu tarz kurgulara kurban
gidebiliyor. Hasan böyle bir sofraya oturacakları için çok mutluydu. Yusuf’un suratında bir sinsilik vardı ama bu
tamamen yüz hatlarının yapısından kaynaklanıyordu. Çok mutluyduk, kalender
adamlar gibi geniş bir gönülle, dertsiz tasasız bir muhabbet hayal ediyordum.
Garson yanımıza gelir gelmez rakı masası adabına uygun olarak “hocam şimdi bize
önce…” diye cümleye girecektim ki bir den yüzümdeki neşe kıvrımları kaybolup gitti.
Sizi içeri alabilir miyiz? Dedi garson. ( bir soru cümlesi değildi ) Neden? Dedi
Hasan? ( soru cümlesiydi ) “ Bu masa rezerve “ dedi garson. Yan masada bütün
sokağın duyabileceği bir “ Akdeniz kahkahası ” patladı. Yaz esintilerinin sırtını
şişirdiği beyaz keten gömlekli bir adam karşısındaki kadını kahkahalara boğmuş
ve yine sonu kahkahalarla sonlanacak ikinci hikayeye geçmişti bile. Masada
ayrılmaz ikili Mallbora ve araba anahtarı duruyordu. Masadan, banyodan yeni
çıkmış insan kokusuyla beraber müthiş bir plaj esintisi yükseliyordu. Bu esinti
sokakta gezinerek müthiş bir aura yaratıyordu. Bizi bir nevi kovan garsonla
Hasan’ın tartışması sürerken haksızlığa uğramanın verdiği hırsla çatallaşan
sesim ile birkaç cümle de ben kurmaya çalıştım. O sırada Yusuf arka cebinden
çıkardığı Winston paketinden yamulmuş bir sigara çıkartıp yaktı ve sessizce
tartışmayı dinlemeye koyuldu. Akdeniz konseptine hiç de uymayan bir koku
yükseliyordu. Bu mekana uygun olmayan bir dünyadan geliyorduk ve ortamdaki steril
hayatı ısırmaya çalışarak mekanın canını yakmıştık. Masada anahtarı üstüne
koyacağımız Mallbora paketimiz yoktu. Rüzgarda efil efil dalgalanacak, ferah ve
beyaz bir keten gömlek yerine; terden vücudumuza
yapışmış tsörtlere sahiptik. E kimseye “ naber ” ya da “ mersi “ diyecek
halimizde yoktu. Mekan bizi içeri alarak saklayıp, vitrini bozmamak istemişti.
Akdeniz coşkusunun yaşandığı bu güzel akşamda bize gerek yoktu. Sanırım garsonu
güzel haşlayamadık, “ bir yetkili’yle “ görüşmeyi istemekte aklımıza gelmedi.
Fazla direnemedik, mekan bizi kısa süre içinde kustu. Yusuf çoktan karşı
kaldırıma geçmiş bekliyordu. Uzaklaşırken bir Akdeniz kahkahası daha patladı.
Dönüp baktım. Bizden boşalan masaya mallboralar ve araba anahtarları
oturuyordu. Yan masaya bir peynir tabağı ikram ediliyordu.
Mekan onları çok ama çok seviyordu.