20 Kasım 2011 Pazar

Yazmak...



Eli kalem tutan her insan kendini farklı zanneder. Sokakta yürürken, arkadaşlarınla vakit geçirirken ya da kafe de oturmuş çayını karıştırırken herkesten farklı durduğunu sanırsın. Sırf suyun altın da biraz düşünmek için annesine koktum bi duş alayım diye yalan söyleyen tek insan evladının sen olduğunu varsayarsın. Rakı masasın da balığın haliyet i ruhiyesi sadece senin aklına gelir.

Bir nevi ergen psikolojisi. Dünya – merkez teoremi…

Yazarken kendin olmak çok önemli. Konuşma dili ile yazı dili arasın da dağlar olan insanlar tanıyorum. Hiç empati yapamayan sadece doğduğu kimliği savunmak adına beynini gereksiz doldurmuş bir adamla, ırkçılık üzerine konuşmak gibi; kafamı sallayıp geçiyorum. Kötü düşünceyi silmek sıfırdan bir düşünce yaratmaktan çok daha zor. Yazı dili ile konuşma dilinin arasındaki uyum da böyle. Yazmak için yazan kişi, kafasındaki kalıba girebilmek adına kendini zorlayandır. Ama ister içini dökmek, ister farklı olmak, ister arkasın da kalıcı değerler bırakmak için olsun hiç fark etmez, yazan insana saygı duyarım.

Ben atasözlerini çok severim o kadar sade ve özlüdürler ki aynı çekirdeğin için de ki mevve gibi. Yazının da böyle bir kutsallığı olduğuna inanıyorum. İçerisinde matematik de barındırır psikoloji de. Evimizin çatısı gibi örter insanı. Edebiyat anlayana büyüleyici bir dünya, anlamayana ise zor ve karmaşık bir konu. Kimisi bir tek okuyanı dahi olmasa da kendini daha insan hissetmek için yazar.

Benim hayalim de siyah dalgalı saçlı, zeytin gözlü, minyon bir çocuk var. Sandalyeye oturduğun da ayakları hava da kalan bir çocuk. Babasının kütüphanesin den rastgele aldığı kitabımı ayaklarını sallayarak, beklide anlamadan okuyan bir çocuk. Okurken beyninin arka odalarına hapsettiği cümleyi, yıllar sonra kafası güzelken bir kadına söyleyeceğini ve kadını kendisine aşık edeceğini de bilmiyor. Sırf o çocuk için yazmaya devam etmek benim için kafi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder